Dil ve düşünce başlığı yüzyıllardır araştırmacılar arasında sıkça tartışılan bir konudur. Nedir bu dil ve düşünce? Neden sadece insanlar konuşabiliyor? Dil ve düşünce birbirinden farklı mıdır gibi birçok araştırma sorusu ve başlıklar tartışılıyor. Dilin ilk olarak yaklaşık 100.000 yıl önce insan türünün gelişiminin ilk aşamasında Homo Sapiens arasında ortaya çıktığı bilinse de, süreçte neler olduğu, dilin nasıl bir evrim geçirdiği hala bir sır olarak merak konusu ve araştırma başlığıdır. Dilin evrimsel sürecine baktığımızda aslında felsefecilerden tutun da psikoloji, tıp uzmanlarına kadar uzanan, fikir beyan edilen, araştırılan bir konu olduğunu görüyoruz.
Alana baktığımıza dilin evrimsel sürecinde iki isim önümüze çıkmaktadır. İlk isim, 1990’da yayınladıkları “Natural Language and Natural Selection” adlı makale ile Steven Pinker ve Paul Bloom’dur. Pinker ve Bloom dil sürecinin bir adaptasyon olduğunu belirtmişlerdir. Erken dönemlerde yaşayan insanların edindikleri bilgiler ve bu bilgilerin zamanla birikmesi ile bir iletme ihtiyacı doğmuş, bu ihtiyaçla birlikte, yıllar içerisinde gelişen ve “dil” haline dönüşen bir evrimsel adaptasyondur, demişlerdir.
Diğer tanıdık isim ise Noam Chomsky’dir. Chomsky ise, dilin belli bir adaptasyon değil de evrimsel süreç ile ortaya çıktığı üzerine fikir beyan etmiştir. Dil öğrenme ve konuşmanın basit bir zihinsel süreç olmadığını aksine bir Darwin’in ön adaptasyonla verdiği durumla ilişkili olduğunu belirtmektedir. Peki, nedir bu ön adaptasyon? İlk başta farklı bir amaç için kullanıldığı ama sonrasında ana amacı dışında farklı bir alan için kullanıldığını söyleyen bir teoridir. Dilde de buna benzer bir süreç oluşmuştur aslında; ilk dönemlerde alet yapmak için adapte olan insan beyninin bu adaptasyon süreci içerisinde dilinde ortaya çıktığı düşünülmektedir.
Dil ve Düşünce Arasındaki İlişki
Dilin evrim süreci ile ilgili 2 görüş bu şekilde belirtilmişken, dil ve düşünce arasındaki ilişki nasıl ele alınmaktadır merak ettiniz mi? Bu konuda iki zıt görüş bulunmaktadır. İlki Davidson ve Harman’ın “düşünce dile bağımlıdır” görüşüdür. Genel olarak, düşüncenin dil olmadan kavranamayacağını belirtmişlerdir. Davidson göre önce başka birinin dilini yorumlayabiliyor olmak ve dil alanında bir becerisinin olması bir canlının düşünebilmesi için koşuldur. Harman ise, dil ve düşüncenin sıkı bir bağa sahip olduklarını ve düşünen canlının dil ile (cümlelerle) düşündüğünü belirtmiştir. Diğer görüş ise “düşünce dile bağımlı değildir”. Burada bahsedilen aslında dil olmadan da düşünme eyleminin gerçekleşmesinin mümkünlüğüdür. Bu iki zıt görüşünün tartışmaları hala devam etmekte olup, şu bir gerçektir ki günümüz şartları düşünüldüğünde sanat, felsefe gibi tüm alanlarda dilin gerekli olduğudur.
Bebeklerde Dil
Adaptasyon süreci ile geliştiği savulan dili düşündüğümüzde, bebeklerin çaba sarf etmeden nasıl dil öğrendiğini merak ettiniz mi? Bebekler daha doğmadan önce seslere duyarlı hale geliyorlar, araştırmalar gösteriyor ki “bebek anne sesini tanıyor”. Benasich, “Küçük bebekler dilsel sürece ait olabilecek sesleri tespit etmek için sürekli olarak çevreyi tarıyor” diyor. Bu taramaların aslında akustik haritalar için olduğunu ekliyor. Akustik haritalar ile belirtilen aslında bebeklerin beyindeki birbirlerine bağlı hücrelerdir. Peki birbirine bağlı hücreler ne işe yarıyor? Cevabı ise dilin hem otomatik hem de hızlı olarak deşifre edilmesini sağlamak. İyi biçimlenmiş haritalar bebeğin daha hızlı dil öğrenimini sağlarken aynı zamanda daha iyi işlenmesini de sağlıyor. Benasich laboratuvarda bebeklerle yapmış olduğu araştırmada, bebeklere oyun oynarken o esnada “bu önemli” mesajı verildiğinde, bebeklerin bu seslere dikkat kesildiği ve bu odaklanması sayesinde akustik haritaların işlenmesinin daha kolay ve oluşumunun hızlandırılabildiği görülmüştür. Benasich aynı zamanda normal gelişim özellikleri gösteren bebeklerin yanı sıra gelişimsel olarak dil konusunda risk altında yer alan bebeklerin/çocukların dil gelişimlerini ilerletmek için de umut vaat ettiğini belirtmektedir.
Psikoterapide Dilin Kullanımı
Freud’un kuramından yola çıkarak bilinçdışının yaşamsal olaylar ve dil ile ilişkisini inceleyen Lacan’ın teorisinde, bireyi anlamlandırma çabasını dilbilimsel bağlamda kurulan ilişki üzerinden incelemektedir. Bireylerin gün içerisinde yaşadığı anlar ve anılar, bastırma savunma mekanizması yoluyla bilinçdışına itilirler. Bu bastırılan anıların bir çeşit geri dönüşü olarak da yorumlanabilecek olan “rüyalar” ve “dil sürçmeleri” aracılığıyla bilince çıktığı söylenebilir. İnsanın dil sürçmeleri, rüyaları ve sakarlıkları bilinçdışına sahip olduğunu yani bilinçte olmayan bir bilgiyi göstermektedir. Örneğin narsistik eğilim gösteren kişilerin daha sık “mükemmel”, “olağanüstü” kelimelerini kullandıkları görülmüştür.
Dilin kullanım biçiminde ve cümlelerimizin art arda sıralanması esnasında zaman zaman ortaya çıkarak kendini ve yapısını gösteren bilinçdışını, seanslarda ve rüya analizlerinde, direnç noktaları ve dil sürçmeleri olarak tanımladığımız susmalar, tekrarlar veya kesilmeler de yakalayabiliriz.
Yazan: Selen Bostancı & Havva Nur Kan
Kaynakça
Altınörs, S.Atakan, “Düşünce ile dil arasındaki ilişkiye Descartes’ın yaklaşımı”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 28, 0-0, (2010).
Gül, F., Soysal. B. (2009). Dil ve düşünce ilişkisi üzerine. Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi. Sayı: 13. Ss. 65-76.
Pinker, Stephen and Bloom, Paul. “Natural Language and Natural Selection.” Illinois.edu. 2010.
http://www.isrl.illinois.edu/~amag/langev/paper/pinker90naturalLanguage
http://www.sciencedaily.com/releases/2014/09/140930171434.htm
https://science.howstuffworks.com/life/evolution/language-evolve.htm
Soysal, Ö. (2016). ODTÜ Klinik Psikoloji Lacan Semineri, Lacanyen Eğitim Programı (A.L.I), “Psikanalizin Dört Temel Kavramı” adlı Psikanalitik Eğitim programı, ODTÜ Klinik Psikoloji, Ankara.
Tuzgöl, K . (2019). Lacanyen Gerçek ve Gerçekliğin Rüyalarla İlişkisi . Türkiye Bütüncül Psikoterapi Dergisi , 2 (4) , 46-58 .