Çocukluktan erişkinliğe geçiş sürecinde bedensel ve ruhsal bir dizi değişimle karakterize olan ergenlik bireyin sağlıklı olduğunun en önemli göstergelerindendir. Ergenlik, gelişim çizgisinin kaçınılmaz ve kritik bir parçasıyken günlük dilde ve hatta ergen gruplarında bu evreye dair ad ve sıfatların birer hakaret ve aşağılama ifadesi gibi kullanıldığına şahit oluruz. Bu evreye dair en bilgili olanlarımız dahi ergenlere özgü coşkulu duygu ifadeleri yahut melankolik ruh hallerine tahammül etmekte zorlanır ve “ergence” olmayı suçlayıcı bir ifade olarak kullanırız. Peki ergenleri ve ergen davranışlarını bizler için bu denli katlanılamaz kılan, bir latent çocuğu yahut genç yetişkinin bizlerde uyandıramadığı duygu nedir?
Ergenlikte Temel Meseleler
Freudyen kurama göre ergenlik, çocukluk döneminin tekrarıdır ve bu zamana kadar gizil dönemin durgun suları altında kalmış pek çok mesele yüzeye çıkar ve işlenmeye hazır hale gelir. Bunlar arasında bastırılarak ya da çözünmeye uğrayarak rafa kaldırılmış olan nesne ilişkileri ergenin ruhsal dünyasını çalkalayan esas meseledir. Çocuğun ödipal karmaşa sonucu idealize edip içselleştirdiği ve güvenle bağlandığı nesnelerden vazgeçme vakti gelmiştir ve üstelik henüz bunların yerine koyabileceği ideal bir nesne yoktur. Ergenin baş etmek zorunda olduğu krizler bu ruhsal kimsesizlikten ibaret değildir. Çocukluğa özgü ilkel savunmalar, güçlü bastırma mekanizması artık yeterli değildir, bu nedenle bir nevi dürtü kapakları açılmış ve bilinçdışı hiç olmadığı kadar ortaya dökülmüştür. Söz konusu kaos içerisinde bir yandan çıldırmış gibi davranan libidinal ve agresif dürtüler, bir yandan benlik ideali oluşturma baskısı ve nesne arayışı ile ergenin ruhsal dünyasında alabildiğine disorganize bir süreç başlar. Ergenle beraber ona eşlik eden bizleri zorlayan bilinçdışı aktarım tam olarak buradan kaynaklanır.
Bastırmanın Gevşemesi ve Aktarım
Bastırma mekanizmasındaki gevşemeyle beraber bilinçdışı malzemenin açığa çıkması ergeni olduğu kadar beraberindeki bizleri de kaygılandırır. Zira kriz halindeki bu ruhsal yapılanmanın en çiğ hallerinden biriyle muhattap olmak, karşımızdakininin bilinç ve bilinçdışı düzeyde yaşadığı kaygı, öfke gibi duyguların öncelikle bize yönelmesine ama daha önemlisi bilinçdışımızın derinliklerindeki dağılma endişesinin harekete geçmesine neden olur. Bunun daha iyi kavranabilmesi için ilkel savunmalar ve ruhsal yapılanmada disorganizasyon ile karakterize diğer bir durumun şizoid patolojiler olduğunu ifade etmek yanlış olmaz. Dürtülerin çiğliği ve tehditkarlığıyla neredeyse göz göze geldiğimiz şizofrenler bizde, çoğu zaman ruh sağlığı çalışanı olmayanlarımızın nedenini anlayamadığı bir rahatsızlık ve kaygı uyandırır. Elbette ortalama bir ergenin içerisinde bulunduğu ruhsal karmaşa herhangi bir şizofrenle boy ölçüşemez fakat beraberindeki nevrotiklerde yarattığı duygulanım benzer bir aktarımdan kaynaklanır.
Tüm bu fırtınaya rağmen ergen kliniğinin temel bir prensibi olarak biliyoruz ki ergenin ruhundaki yıkımın şiddeti ve boyutu ne olursa olsun nihayetinde yeniden yapılanmak ve inşa edilmek içindir. Bu süreçte ona ihtiyaç duyduğu anlayışı ve olgunluğu gösterebilmek için kendi ruhsallığımızda olup bitenleri izlemek herkes için işleri kolaylaştıracaktır. Bu amaçla izi sürülmesi gereken sorulardan biri de şudur: Ergenler ve onların “ergence” davranışlarının bizde uyandırdıkları kendi ergenlik deneyimimizden kalanlara dair neler söylemektedir?
Yazan: Psk. Rabia Nur Başbay