iklim-krizi-cevresel-melankoli-ve-psikanaliz

Çevresel iletişim psikolojisi üzerine çalışmaları olan sosyal bilimci Renee Lertzman, insanların “çevresel melankoli”den muzdarip olduğuna inanıyor. Freud, melankolinin tamamen bilinçli olmayan dolayısıyla tamamen yası tutulamayan bir kayıp duygusunu yansıttığına inanır. Lertzman da yası tutulamayan bu kayıp duygusunun iklim değişikliğine verdiğimiz tepkiyi tanımladığını öne sürmüştür. Psikanalistler iklim değişikliği karşısında kaygı, üzüntü, umutsuzluk, çaresizlik ve suçluluk gibi yaşanılan sıkıntıları etkileyen duygulanımlar konusunda farkındalık sahibidirler ve acı verici duygulanımlar karşısında inkar, değersizleştirme, bölme, disosiyasyon gibi savunma mekanizmalarının oluştuğunun bilincindedirler. Gün geçtikçe iklim değişikliğinin çarpıcı sonuçlarıyla karşılaşıyor oluşumuzla birlikte acı verici duygulanımlarımız açığa çıkmaktadır ve bununla baş edebilmek adına psikanalistlerin yakından ilgilendiği çeşitli savunma mekanizmaları devreye girmektedir.  Krizi bir düzeyde reddetme durumunda, bunun gerçek, ciddi ve büyük ölçüde insan faaliyetlerinden kaynaklandığını kabul ediyoruz, ancak rahatsız edici duygusal etkisini en aza indirmek için bu gerçeği çarpıtmanın yollarını arıyoruz. Bazıları bu gerçeklikle birlikte oluşan korkularını ve endişelerini çevrimiçi ortamlarda ifade edebilirken, çok sayıda kişi geçmişteki temiz hava ya da iklimin, temiz su ve havanın, ormanların kaybını zihinlerinde işleyemiyor.

Sanayi çağı boyunca insanların yaşam standartları yükseldiğini biliyoruz. Bu çağın beraberinde getirdiği kolaylıkların bu kadar korkunç bir bedeli olduğunu bilmek, yoğun psişik çatışmalara yol açabilir. İnsanlar çeşitli savunma mekanizmalarını kullanarak bu durumla başa çıkmaya çalışıyorlar. Bu başa çıkma iklim krizinin var olmadığına inanmak ya da başka birinin hatası olduğuna söylemek gibi yollarla gerçekleşebiliyor. Eylemi ötekilere (politikacılar, milyarderler, yöneticiler ve diğer uluslar) yönlendirmek, kısa vadede kendimizi daha iyi hissetmemizi sağlıyor, fakat temelde çaresizlik ve ilgisizlik duygumuzun derinliklerine batmamıza sebep oluyor.

Weintrobe, meydana gelen ekolojik felaketlerde suç ortaklığı duygumuzu göz ardı edebilmek için umutsuz bir girişim olan inkar mekanizmasını kullanma eğilimimizi tanımlamak adına Kleincı teoriyi kullanmaktadır. Klein’ın öne sürdüğü paranoid-şizoid tepkiyi Weintrobe, dünyayı kendi rahatımız ve yararımız adına sömürmenin de dahil olduğu bunun sonucunda kişide yarattığı suçluluk ve yıkıcılık duygularını azaltmak için istediğimiz her şeye narsistik olarak hak sahibi hissetmemizle ilişkilendirmiştir. İklim krizinin etkileri arttıkça kişilerde ‘ötekileştirme’ ve ‘gruplaşma’ gibi paranoyak süreçlerin artabileceğine dikkat çekmiştir. Klein’ın bir diğer konumu olan depresif konum, yaşadığımız kayıplar adına yas tutma sürecinde ve neden olduğumuz acı karşısında üzüldüğümüzde paranoid süreçlerden geçme kapasitesine sahip olduğumuzu, suçluluk duygusundan kurtularak kabullenme ve onarım sürecine doğru ilerlediğimizi gösteriyor.

İklim krizinin önüne geçebilmek adına atılabilecek adımlara düşük düzeyde karbon kullanımı örnek verilebilir. Bunun sağlanması için gerekli teknolojiye sahibiz. Ek olarak, iklim krizi karşısında harekete geçebilmek için gerekli iklim bilimi bilgimiz de var. Bunlar göz önünde bulundurulduğunda hareketsizliğimiz teknoloji ya da bilimden kaynaklı değil; bir irade sorunu olarak ele alınabilir. İrademizi baltalayan faktörlerden biri inkardır. İnkar halindeyken, kendimizi büyük ve acil olan sorunun küçük ve uzakta olduğuna ya da bizimle hiçbir ilgisi olmadığına kendimizi ikna edebiliriz. İnkar süreci bireysel olmaktan ziyade toplumsal olarak ele alınabilir ve belirli bir kültür içinde şekillenir ve sürdürülür. Kültür olarak ele alınan bu kavram temelde kısa süreli, enstrümantal değerlerin ve gerçeklikle yüzleşme ihtiyacına karşı her şeye gücü yeten yollarla zafer elde etmeye yönelik aşırı şişirilmiş bir yetkinlik duygusunun gelişmesine imkan tanıyan bir umursamazlık kültürüdür. Bu kültür, temel ego ideallerimizi bozarak, gerçekliğe olan saygımızı sarsarak, kişisel ilişkilerimizde ve toplumun üyeleri olarak en derin insani ihtiyaçlarımızdan birinin umursamak olduğu bilincimizi devre dışı bırakarak, ilgilenme kapasitemizi hareketsiz hale getirmeye çalışır. İş birliği içinde olduğumuz toplum olarak ve umursamazlığın hakim olduğu zihin durumunda; umursamazlığın gerçek zararlarını hesaba katmadığımız bir kültürün içine çekilmekteyiz.

İnkar, gerçeklikten rahatsız olmadığımız bir ‘sanki’ durumunu korumamıza imkan sağlar. İklim değişikliğinin inkar edilmesinin temelinde bir başka savunma mekanizması olan bölünmenin varlığından bahsedilebilir. Bu bölünme, mevcut yaşam tarzımızın yol açtığı hasara bir şekilde kişisel düzeyde dahil olduğumuz inancından ayrılmak için ortaya çıkmaktadır. Umursamazlık kültürünün özellikle beslediği şey, bu kişisel sorumluluk duygusunun eksikliği olarak ele alınabilir. Bizler, kültür içerisinde karbon emisyonları sorununa kişisel olarak dahil olduğumuz düşüncesinden kurtulmanın -sorumluluk almamanın- yollarını buluyoruz. Bireysel eylemlerimizin her birinin önemsiz olacak kadar küçük olduğuna inanmak, ötekileri suçlamak, değişim yapabilecek gücümüzün olmadığına inanmak, iklim değişikliğinin gelecek için tehdit olduğu ve ortaya çıkacak hasarın hızlı teknolojik düzeltmelerle birden onarılacağına inanmak bu yollara örnek verilebilir. Bahsedilen bu inkar savunması geliştiğinde meydana getirdiği zarar da amansızca artar. Meydana gelen zarar aynı zamanda zihnimizdedir; gerçekliği ne kadar inkar edersek, onunla yüzleştiğimizde de o kadar boğulmuş ve travmatize olmuş hissederiz. Bu, giderek daha dayanılmaz hale gelen duruma karşı kendimizi savunmak için daha fazla inkara sebep olma gibi tehlikeli sonuçlar doğurabilir.

Peki insanların bu umursamazlık kültürünün etkisinden çıkabilmesi ve doğaya verilen zararın önüne geçmek nasıl mümkün olabilir? Hanna Segal verdiğimiz hasarın ancak; davranışlarımıza ilişkin iç görü kazandığımızda ve eylemlerimizin başkalarına ve kendimize karşı ortaya koyduğu sonuçları görselleştirebildiğimizde değiştirilebileceğini öne sürmüştür. Verdiğimiz hasarı onarmanın bir parçası olarak da herhangi bir bireysel sorumluluk almamızı engelleyen umursamazlık kültürünün üzerimizdeki güçlü etkilerine dair içgörü kazanmak olduğunu belirtmiştir. Bir başka bakış açısına göre, kamu bilincine olan yaklaşımımızı kökten ve yeniden düşünmek çıkış yoludur. İlk olarak, insanların yaşadığı içsel psişik çatışmayı tanımalıyız. Yaşadığımız kayıp, yas, keder ve kaygı bir yandan bir zamanlar olanla yani ekolojik anlamda bolluk içeren bozulmamış ve gelişen çevre ile, bir yandan da eskisi gibi olma arzusuyla elbette her şeyin olağandışı olduğunu inkar ederek ve yapılacak hiçbir şey olmadığı korkusuyla (bu nedenle hiçbir şey yapılmasına gerek yok inancı var) başa çıkmada rol oynar.

Araştırmalar, insanların doğadan kopuk hissettiklerinde onu koruma ihtiyacını kaybedebileceklerini gösteriyor. Öte yandan, dışarıda vakit geçirdiklerinde, onu koruma ihtiyacı hissederler. Fakat, kişileri utandıran ya da suçlayan içeriklerin yer aldığı kamu mesajlarının etkili olmadığı söylenebilir. Ek olarak, öfke de iyi bir motive edici olabilir. Yıkıcı uygulamalara “hayır!” demek kişi için sağlıklı ve yapıcıdır. Kendi eylemlerimizle ilgili ahlaki sorumluluk, endişe, üzüntü ve depresyon duyguları da bizi geri çekilmeye ve inkar etmeye değil, yaratıcı düşünmeye yönlendirdiği sürece iyi olabilir. Çünkü küresel ısınmayı ve iklim değişikliğini çözebilmek için razı olmak değil yaratıcı olmak gerekmektedir.

Genel itibariyle iklim değişikliği kulağa psikolojik veya psikanalitik bir konu olmaktan çok politik bir konu gibi gelebilir. Ancak bunun insan yapımı bir kriz olduğu düşünüldüğünde, kaçınılmaz olarak psikanalistlerin ve terapistlerin analiz ettiği insan psişeleriyle ilgili olduğu görülmektedir. Çoğu insan, küresel krizler yerine kendi kişisel kaygılarını gidermek için terapiye giderler. Ancak belki de psikanaliz ve psikanalitik terapiler, kişilerin kendi ihtiyaçlarını karşılamanın bir aracı olarak terapiye odaklanmayı yeniden düşünmelerini sağlayabilir. Ne de olsa, psikanalitik terapi tarafından mükemmel bir şekilde tedavi edilen bilinçdışı bir zihin, yaşanabilir bir gezegen olmadan pek bir işe yaramaz.

Derleyen: Psk. Melike Ekizler

Düzenleyen: Klinik Psk. Melis Kısmet

Kaynakça

Allured, E. (2018). Using Psychoanalytic Understanding to Face Climate Change. manhattanpsychoanalysis.com. https://manhattanpsychoanalysis.com/blog-post/face-climate-change/.

Association, T. I. P. (2014). Welcome to the ipa member area. International Psychoanalytical Association. https://www.ipa.world/ipa/en/comment/climate_change.aspx.

Goldhill, O.  Do therapists have a duty to confront climate change denial? Quartz. https://qz.com/1554808/fighting-climate-change-with-psychoanalysis/.

Tim Andersen, P. D. (2021, July 18). Freudian psychoanalysis shows why global warming awareness campaigns fail. Medium. https://medium.com/the-infinite-universe/people-are-too-scared-of-climate-change-to-do-anything-about-it-8dc8f51f86ed.

WhatsApp'tan Yaz!
Merhaba 👋

Size nasıl yardımcı olabiliriz?