Maske takmak bir mevcudu gizlemek değil, mevcudun olmayışını gizlemekti.
-Şule Gürbüz
-Mış gibi kişilikler, olmak istedikleri gerçek halleri çevrelerine uymadığında, onlara uygun başka bir kişilik yaratırlar.
-Mış gibi kişilikler çevreleriyle oldukça uyumlu oldukları için yeterince fark edilmeyip ihmal edilen fakat klinik müdahale gerektiren bir bozukluktur. Psikanalist Helen Deutsch çalışmalarını kadın psikolojisi üzerine yoğunlaştırmıştır ve deneyimleri sonucunda ‘-mış gibi kişilik’leri fark etmiştir.
Deutsch bu kişilikleri şöyle tanımlar; “Dışarıdan bakıldığında normal görünürler. Bir bozukluk düşündürmezler, davranışlarında bir anormallik yoktur, entelektüel yetileri zarar görmemiştir, duygu ifadeleri düzenli ve duruma uygundur. Bütün bunlara rağmen, kişi ile çevresi arasında dokunulamayan, dile dökülemeyen bir şey girmiştir”.
Bu şey, bu eksiklik çoğunlukla kişinin kendisi tarafından fark edilmez ancak yakın çevresi tarafından veya çeşitli nedenlerle tedaviye başvurduklarında uzman tarafından fark edilebilir. İnsanlar ile sıcak ilişki kuramazlar, duygudan yoksun ve kopuklardır. Bu kopukluk sadece sosyal ilişkileriyle kalmaz aynı zamanda kendileriyle, bedenleriyle, duygularıyla da kopuklardır. Herhangi bir şey hissetmeseler de hissediyor-muş- gibi davranırlar. Yarattıkları ilk izlenim tam bir normalliktir, entelektüel olarak yeteneklilerdir, çalışmalarında genellikle iyi bir iş çıkarırlar fakat yaptıkları süreksiz, yaratıcılıktan yoksun ve aynı şeyler tekrarlarlama üzerine devam eder.
Bu kişilikleri ikinci özelliği çok kolay etki altına alınabilir olmalarıdır. Her duruma karşı pasif bir hazırbulunuşlukları vardır, kolaylıkla ikna edilip her ortama hızlıca uyum sağlayabilirler. Sosyal, etik ve dini gruplara kolayca bağlanarak içsel boşluklarını doldururlar.
Bir başka özellikleri ise saldırganlıklarını maskelemeleridir. Olumsuz bir iyilik havası yaratırlar, hiç öfkeli değilmiş gibi çok anlayışlı ve cana yakın davranırlar fakat iyilik halleri hızlıca saldırganlığa dönüşebilir. Aynı şekilde kolayca bağlandıkları grupları ve kişileri birden bir başkasıyla değiştirebilirler.
Deutsch’a göre bu tablonun ortaya çıkma nedeni “çoklu özdeşim” ve taklitlerdir. Toplumun ve çevrenin kendisine uyum göstermemesi durumunda kişi çoklu özdeşim ve taklitleri savunma olarak kullanarak topluma uyum sağlamaya çalışır. Bu yol ile kişi çevresindeki figürler içselleştirerek onlar-mış gibi davranır. -Mış gibi davrandığı için de ilişkilerinde içten ve doğal değil, kopuk ve sıcaklıktan yoksunlardır.
Deutsch’un -Mış gibi kişiliği Winnicott’ın tarif ettiği, ‘Sahte kendiliğe’ benzer. Sahte kendiliği ön planda olan kişiler dış dünyayı kendilerine dahil etmezler de, kendilerini dış dünyanın dayatmalarına uygun olacak şekilde dönüştürürler. Kişinin odağı ötekilerdedir, onların nasıl hissedeceğini hesaplar ve ona göre davranır. Winnicott bunu annenin bebeğinin ihtiyaçlarını yeterince iyi değerlendirememesine ve hissedememesine dayandırır.
Anne kendi ihtiyaç ve beklentilerinin yoğunluğundan dolayı bebeğinin ihtiyaçlarına dikkatini veremez ve ayırt edemez. Annenin eksik kalan bu ihtiyaçlarını karşılamak için çocuk zamanla kendi iradesini kullanmayı öğrenir ve bunu alışkanlık haline getirir. Çünkü çocuk sadece bunu sağladığında annesinin ilgisini ve sevgisini alabilmiştir, sevgisini karşılıksız olarak vermeyen annenin yaninda çocuk kendi ihtiyaç ve beklentilerini askıya alır. Böylece çocuk annesinin ihtiyaçlarıyla eşleşerek onun taleplerini içselleştirmek zorunda kalmıştır. Kendi istek ve ihtiyaçlarını görmezden gelerek kendisinin olmayanları, kendisinin-miş gibi davranır. Yıllar içerisinde kendisinin olmayan tüm bu deneyimler kişinin ruhsallığında farklı ve yabancı bir kendilik olarak organize olur.
Peki çocuğun gerçek kendiliğine ne olur?
Çocuk dış dünyaya uyumlanmak için inşa ettiği sahte kendiliğin gölgesinde gerçek hislerini ve düşüncelerini ayrı bir kendilik halinde gizli tutar. Gölgede kalan gerçek kendilik ötekiler tarafından görülmediği ve aynalanmadığı için gelişip büyüyemez. Gerçek kendilik kendisini belli ettiğinde aldığı tepkilerden dolayı suçluluk, utanç gibi zorlayıcı duygular yaşadığı için bastırılarak benlikten uzak tutulur. Gerçek kendiliğe ait arzular, düşünceler inkar edilir, bastırılır veya tersine döndürülür. Böylece işlevsizleşen kalan gerçek kendilik dış dünyada deneyim eksikliği yaşar bu da onu daha da güçsüzleştirir.
Kişi bu zayıf kendilikle hayattaki zorluklarla nasıl baş edebileceğini bilemez. Yaratıcı bir yaşam için gerekli olan kendiliğindenlik ve spontanlıktan, gerçek kendilikte olmanın sağladığı özgürlükten, yaşamın yaşamaya değer olduğunu hissetmekten yoksunlardır. Başkasıymış gibi davranmak kişide derin bir boşluk ve anlamsızlık hisleri yaratır, kişi kendisini yokmuş gibi hisseder.
Bu bozukluğun tedavisi de ancak bir psikoterapi süreci içerisinde mümkün olur. Kişinin gerçek benliği güçsüz olduğu için bunu tek başına yapamaz, psikoterapisti ile ilişkisinde gerçekliğini zamanla inşa edebilir ve onu öne çıkarabilir.
Yazan: Klinik Psikolog Efşan Yalçın