Yunanca thanatos (mitolojide ölümü simgeleyen Tanrı, ölümün kendisi) ve phobos (korku) sözcüklerinin birleşiminden oluşan “tanatofobi” ölüm korkusu olarak tanımlanır. Ölüm korkusu, insanların hayatlarının bir gün son bulacağı gerçeğine yönelik aşırı kaygı/aşırı korku yaşaması ve ölüme dair olumsuz düşünceleri yoğun olarak beslemesidir.
Ölümden, ölüm sürecinden korkmak normaldir. Çünkü yaşama arzusuyla yapılan planlar, sahip olunan tutkular ve hobilerin son bulacağı düşüncesi endişelenmeye neden olabilir. Ölüm içerisinde; can çekişme/acı duyma, belirsizlik, yalnızlık, bedeni kaybetme, yakınlarını kaybetme, bilinci yitirme ve kimlik duygusunu kaybetme korkusunu kapsar.
Ölüm ve Yaşamak Arzusu
Doğuştan var olan ölüm korkusu, yaşama isteğinin başka türlü bir ifadesidir. Jung’ a göre ölüm korkusunu oluşturan şey, yaşama korkusudur. Yaşama korkusunun nedenini ise kişinin yaşamıyla bütünleşememesi ve psikososyal açıdan uyum sağlayamaması oluşturur. Fromm ise ölüm korkusunu ikiye ayırır. İlki her insanın hissettiği ölüm korkusudur. Diğeri ise bireyi sürekli tedirgin eden korkudur. İkincisi akıl dışı özelliktedir ve çoğu zaman yaşam konusunda başarısızlık neticesinde yaşanır.
Ölüm korkusu ve ölüm kaygısı kavramları eş anlamlı olarak kullanılsa da ayrı ayrı da ele alınmıştır. Ölüm korkusu, ölümün korkutucu olduğuna yönelik inancı açıklarken ölüm kaygısı tamamen yok olma korkusunu açıklar.
Psikanalitik Açıdan Ölüm Korkusuna Bakış
1915’ teki çalışmasının ana hatlarına bakıldığında Freud’un iddiası; ölümü bilemediğimiz ve hayal edemediğimiz için bilinçdışımızda insanların ölümsüz olduğuna inandığımıza yöneliktir. Ölüm gerçekliği karşısında bilinçdışımızın bu çelişkisine Hoffmann “Madem ölümsüzlüğümüze inanıyoruz, neden ötekinin ölümünü telafi etmek için ahlak ve din gibi kurumlar geliştiriyoruz?” sorusunu sormuştur.
Freud ve akabindeki diğer birçok psikanalist ölüm kaygısının altında başka bir kaygının yattığını savunurlar. Eğer bilinçdışımızda ölümsüzlüğü savunuyorsak o halde ölüm kaygısı dediğimiz başka bir kaygının biçim değiştirmiş hali olmalıdır.
Ölüm kaygısının her insanda bulunduğu görüşünü destekleyen Freud, ölüm ve yaşam içgüdüsü ile de konuya yaklaşır. Hayatın dinamiğini; yaşam içgüdüsünün bir araya getirip büyük şeyler üretmesiyle ve ölüm içgüdüsünün ise üretilen ürünleri parçalara bölmeye ve sonunda yok etmeye çalışmasıyla açıklar. İnsanların cansız formu arayan bir tarafı olduğunu ve yıkıcılık durumunun da bunun bir dışavurumu olduğunu söyler. Nitekim ortaya çıkan hayat dinamiğinin tik-takları yalnızca öldüğümüzde son bulacaktır.
Bilişsel Açıdan Ölüm Korkusuna Bakış
Ölüm korkusu/ ölüm kaygısı, bilişsel kurama göre kişinin ölümle ilgili düşüncelerinden kaynaklanır. Kaygının geniş çatısı altında olan ölüm kaygısı, onun bir parçasıdır. Bilişsel bakış açısı; ölüm ve ölüme dair düşünceler ve duygular için korkuları yönetmeye, etkili başa çıkma yöntemlerine ağırlık vererek çözüm üretmeye çalışır. Yaşama odaklanarak kişinin kendi ölüm kaygısının farkında olmayı ve onunla etkin bir şekilde baş edebilmeyi sağlar.
Varoluşsal Açıdan Ölüm Korkusuna Bakış
Becker’ a göre bütün insan davranışları, ölüm kaygısından kaynaklanır: Ölüm korkusu hem insanı harekete geçirir hem de motive eder. Yalom’ a göre de ölüm fikrinin kabul edilmesi aracılığıyla kişi, hayatında köklü değişikliklere gider. Yaşamımıza karşı en büyük tehdit, ölümdür. Ölümlülüğümüzün farkında olmak, bizi savunmasız yapar. Ölüm kaygısı toplumda yaygındır, bireylerde farklı seviyelerdedir. Her ne kadar ölümü inkâr edip ölüme yönelik düşünceleri bastırsak da kaygıyı tümüyle bastırmak olası değildir. Ölüm korkusu da bilinçsiz bir şekilde bireylerin içinde yer alır ve süreklidir. Genel kaygı bozuklarının ana kaynağının ölüm korkusu olduğu düşünülür. Ölüme karşı tutumlarımız; kültürel ve sosyal çevreden, felsefi inançlardan, yaşamdan algıladığımız anlamdan etkilenir. Buna yönelik tutumlarımızsa davranışlarımızın seyrini etkiler.
Ölüm Korkusunu (Tanatofobiyi) Azaltmak
Ölüm korkusunu/ kaygısını kontrol etmekte ve baş etmede zorlanan bireylerin psikolojik veya psikiyatrik destek almaları, ölüm korkularını kontrol edebilmesini ve kaygılarının azalmasını sağlar. Onun dışında bireyin yaşamında amacının ve anlamının olması, yaşamına değer vermesi ve iyi oluş düzeyinin yüksek olması ölüm korkusunu azaltan etmenler arasındadır.
Yapılan araştırmada, kişiler kendi duygularıyla ve yaşamıyla ne kadar barışıksa kişisel ölüm korkusunun o kadar az olduğu sonucuna varılmıştır. Özetle insanlar; şimdi ve gelecek ekseninde yaşamını amaçlılık yönünden olumlu değerlendirdiğinde, hayatını olduğu gibi kabul ettiğinde ve duyarlı sevgiyle (diğer insanlara karşı destek göstermeye ve onları anlamaya yönelik odaklanmış düşünce, duygu ve tutumlar) hayata yaklaştıklarında ölümden daha az korkar ve iyi oluş halleri artar.
Yazan: Psikolog Berfin Karakaya
Kaynaklar
Kösedağ, D. Ç. (2021). Yoğun bakım hemşirelerinin tanatofobilerinin incelenmesi (Master’s thesis, Biruni Üniversitesi).
Şensoy, B. Ö. (2013). Freud’un teorisinde ölümün ve ölümlülüğün yeri. https://lunarpsikoterapi.com/psikanaliz/freudun-teorisinde-olum-ve-olumlulugun-yeri-bir-giris/1/.html adresinden 22.10.2023 tarihinde alınmıştır.
Yaman-Karahan, B. (2016) Yaşamdaki amaç, duygusal iyi oluş, kişisel ölüm korkusu ve duyarlı sevginin ontolojik iyi oluş üzerindeki etkisi. (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi) İstanbul Arel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Psikoloji Yüksek Lisans Programı, İstanbul.