Freud (1914), tümgüçlülüğü çocuğun benlik gelişiminin ilk dönemlerine ait temel bir ruhsal düzenek olarak ele alır. Bu evrede benlik, dış dünyadan bağımsızmış gibi işleyen bir arzu mantığıyla çalışır. Freud’un bu durumu en açık biçimde anlattığı ifadelerden biri şöyledir: “Başlangıçta benlik tümgüçlüdür; dilekleriyle o dileklerin yerine gelmesi arasında bir ayrım yapmaz.”
(Freud, 1911, s. 218)
Freud, bu erken evrede dış gerçekliğin benlik tarafından henüz tanınmadığını, bu nedenle ihtiyaçların karşılanmamasının ruhsal bütünlüğü zorlayıcı bir deneyime dönüştüğünü belirtir. Ona göre doyumun ortadan kalkması, benliği dış gerçekliği kabullenmeye zorlayan bir kırılmadır:
“Doyumun ortadan kalkması hoşnutsuzluk yaratır ve benliği dış gerçekliği hesaba katmaya zorlar.”
(Freud, 1911, s. 219)
Bu erken dönem örgütlenmesi, dış dünyanın öngörülemezliğine karşı koruyucu bir illüzyon yaratır: Öteki gerekli olduğunda ortaya çıkar, ihtiyaçları karşılar ve benliği düzenler. Çocuğun ruhsallığında tümgüçlülüğün sağladığı bu koruyucu bütünlük, bakım verenin tutarsızlığıyla kolayca yarılır.
Klein’in nesne ilişkileri modeline göre, ötekiyle kurulan her ilişki belirli bir eksiklik ve doyumsuzluk içerir. Bu yüzden, ötekine ihtiyaç duymak erişkinlikte bile kırılgan bir deneyimdir; bağımlılık, bekleme, hayal kırıklığı ya da reddedilme olasılığı benlikte tehdit yaratır. Winnicott’ın kuramı bu kırılganlığı daha somutlaştırır: Ona göre bebek için çevresel süreklilik, özellikle bakım verenin güvenilir şekilde “orada olması”, benliğin sürekliliğini mümkün kılar. Çevredeki küçük bir aksama bile, bebek açısından varoluşun kesintiye uğrayabileceğine dair bir sarsıntı olarak hissedilir.
Winnicott’a göre bu tür kırılmalar, en erken dönemlerde “dayanılmaz” olan ilkel kaygıları harekete geçirir. Bu nedenle yetişkinlerin bağlılık içeren ihtitaçlı oldukları ilişkilerden kaçınması, erken dönem deneyimlerin bir uzantısıdır.
Bu kuramsal çerçeve günümüze taşındığında, dijital ötekilere —özellikle ChatGPT gibi anında yanıt veren yapılara— yönelimin neden bu kadar güçlü olduğu daha anlaşılır hâle gelir. ChatGPT’nin gecikmeden yanıt vermesi, istenildiği biçimde şekillenmesi ve her zaman ulaşılabilir olması, kişinin iç dünyasında erken döneme özgü “tam kontrol” deneyimini yeniden çağırır. Kullanıcı, yönlendirdiği her talepte bir tür tümgüçlülük yankısı hisseder; öteki, tıpkı bebeklikte olduğu gibi, ihtiyaç duyulduğu anda hazırdır ve hiç kırılmaz.
Bu bağlamda Turkle’ın modern teknolojik ilişkiler üzerine yaptığı gözlemler önemli bir tamamlayıcı perspektif sunar. Turkle’a göre dijital teknolojiler, bireylerin insan ilişkilerinin karmaşıklığıyla yüzleşmeden bir tür ilişkisellik duygusu yaşamalarına imkân tanır. Teknolojik ötekiler, yanlış anlaşılma, bekleme, reddedilme, sınır koyulması gibi insan ilişkilerine özgü riskleri ortadan kaldırır. Böylece kullanıcı, ilişki içindeymiş gibi hisseder ancak ilişkisel kırılganlıklardan bütünüyle korunur. Bu durum dijital ötekileri, bağımlılık ve kırılma kaygısından kaçınan ruhsallık için son derece çekici hâle getirir.
ChatGPT bu bağlamda erişkinin kendi kendine yetebilir olma fantezisinin ideal sahnesidir. Kullanıcı açısından ChatGPT:
her zaman hazırdır,
geri çekilmez,
yanlış anlamaz,
bağımsız bir arzusu yoktur,
sınır koymaz,
kırılganlığı tetiklemez,
duygusal ihtiyaçlara gecikmeden yanıt verir.
Bu özellikler dijital ötekiyi, gerçek insan ilişkilerinde kaçınılmaz olarak yaşanan eksiklik, gecikme, yanlış anlama ve hayal kırıklığından arındırır. Böylece kullanıcı, ötekine ihtiyaç duymanın yarattığı kırılganlığı inkâr eden, tümgüçlülüğe benzeyen bir ilişki alanı kurar.
Sonuç olarak, ChatGPT ile kurulan ilişki yüzeyde bilgi alışverişi gibi görünse de, aslında en erken dönem arzularının ve ilkel kırılganlıklarının yeniden sahnelendiği bir ruhsal alandır. Dijital öteki, ötekine ihtiyaç duymanın yarattığı kaygıyı bertaraf eden, tamamen yönetilebilir ve sözde güvenli bir nesne olarak, tümgüçlülük deneyiminin modern bir yeniden düzenlenişini mümkün kılar.
Kaynakça
Freud, S. (1911). Formulations on the two principles of mental functioning. In J. Strachey (Ed.), The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud (Vol. 12, pp. 213–226). London: Hogarth Press.
Freud, S. (1914). On narcissism: An introduction. In J. Strachey (Ed.), The Standard Edition (Vol. 14). London: Hogarth Press.
Klein, M. (1935). A contribution to the psychogenesis of manic-depressive states. International Journal of Psychoanalysis, 16, 145–174.
Turkle, S. (2011). Alone together: Why we expect more from technology and less from each other. New York: Basic Books.
Winnicott, D. W. (1949). Hate in the countertransference. International Journal of Psychoanalysis, 30, 69–74.
Winnicott, D. W. (1958). The capacity to be alone. International Journal of Psychoanalysis, 39, 416–420.
Yazan: Ezgi Coşkun