anoreksiya-nevroza-ve-zamani-durdurmaya-dair

DSM-51‘teki 8 yeme bozukluğu kategorisinden biri olan Anoreksiya Nevroza; zayıf ve ince bir bedene sahip olma arzusu nedeniyle kilo alma korkusu ve bu korkunun yol açtığı kendine özgü yeme tutumları ile semptom gösteren klinik bir tablodur. DSM-5’teki tanımına göre “gereksinimlerine göre kalori alımını kısıtlama tutumu” olarak genellenebilecek bir takım eylemle karakterize bu hastalığa sahip kişilerin vücut ağırlıkları normalden düşük olmasına karşın kilo kaybetmeye neden olan tekrarlı davranışlarda bulundukları görülür. Anoreksiya hastaları kendini aç bırakmak ve kusturmak, kalori yakma odaklı aşırı egzersizler yapmak gibi çok çeşitli yaratıcı yöntemlerle sürekli olarak kilo kaybına neden olacak rutinlere sahiptir. Bu rutinler başlangıçta sıklıkla çevre tarafından farkedilmez yahut önemsenmezken müdahale edilmemesi halinde hasta tarafından artırılarak sürdürülür. Böylece uzun vadede hormonal bozukluklar, kadınlarda amenore, kemik erimesi, böbrek yetmezliği, kalp ve damar hastalıkları gibi pek çok sağlık sorununa neden olabilen hastalığın ileri boyutlarında ölümcül sonuçlar görülebilir. Bilinen en eski yeme bozukluğu olan AN’nın teşhis, tedavi ve etiyolojisine dair ise oldukça geniş bir psikoloji ve tıp literatürünün mevcut olduğunu söylemek mümkündür.

Anoreksiyada Yemekle İlişki

Anoreksiya yunancada “iştahsızlık” anlamına gelir. Türlü sağlık sorunlarına ve tartışmasız olarak zayıf bir görüntüye rağmen yetersiz beslenme ve kalori almayı reddetmenin hasta nezdindeki motivasyonu olarak iştahsızlığı atamak başlangıçta makul bir açıklama olarak görülebilir. Fakat bugün ulaştığımız klinik tabloya göre durum tam aksi yöndedir. Yapılan araştırmalar AN hastalarının yeme bozukluğu olmayan bireylere göre yemek hakkında daha fazla düşündüğünü ve gün içinde yemekle ilgili yoğun zihinsel faaliyet gösterdiklerini ortaya koymuştur. Bu anlamda çoğunlukla yemeğe karşı normalin üzerinde iştaha sahip olan AN hastaları kalori almamakta direnmektedir. Çünkü AN esasında bir beden imgesi bozukluğundan kaynaklanmaktadır. AN hastaları, kendilerini ne kadar zayıf olduklarından bağımsız bir şekilde kilolu ve “kalın” olarak görmektedir. Bedenlerine dair söz konusu çarpık algı onları kilo vermeye ve yeme dürtülerini kısıtlamaya itmektedir. Araştırmalarda kendilerini ve diğerlerini tanımlarken kilo ve vücut yapısına başlıca önem verdikleri görülürken, beslenme düzenleri üzerinde kontrol sahibi olmak, alınan kısıtlı gıdaların kalorilerini hassasiyetle hesaplamak suretiyle tartıda günden güne azalan rakamları takip etmek bu hastalığın esas motivasyon kaynağıdır. Peki nasıl olur da kişi kendi bedenine bu denli yabancılaşır?

Psikanalitik Bakış

İlk olarak 19.yy’da tıp literatürüne giren Anoreksiya Nevroza, 1930’lardan itibaren psikanalistlerin ilgi odağı olmuştur. Freud tarafından doğrudan kullanılmasa da, Freud’un nesne ilişkileri2 ve psikoseksüel gelişime3 dair temel metinleri etrafında açıklanmıştır. Pek çok yeme bozukluğunda olduğu gibi büyük oranda ergenlik döneminde ortaya çıkan AN’nın kadınlarda görülme sıklığı erkeklere oranla 20 kat fazladır. Başlı başına bir kriz dönemi olan ergenlik, çocukluk ve erken dönemden itibaren taşınan pek çok patolojinin patlak verdiği ve gün yüzüne çıktığı bir evre olarak bilinir. Ergenlikle birlikte dış dünyaya dair sorumlulukları artan, gerçekçi bir benlik ideali ortaya koyması beklenen, akademik başarı beklentisiyle beraber, sosyal baskıları üzerinde hisseden her birey için hızla geçen zaman az ya da çok endişe vericidir. Fakat anoreksik bireylerin geleceğin belirsizliğine dair hissettikleri güçlü kaygının onları zamana karşı, gelişen bedenleri üzerinden savaş açmaya ittiğini söylemek yanlış olmaz.

Ölen Çocukluğu İnkar

Bu bağlamda ergenliğin başlı başına bir matem olduğunu söyleyen Anna Freud’a kulak vermek faydalı olacaktır. Çocukluğu ve ilk nesneleriyle beraber çocuk bedenine de veda etmek zorunda olan ergen bu döneme özgü bütün eylemleriyle bu acı verici kaybın yasını tutmaktadır. Anoreksik ergen ise erken dönem fiksasyonlar (libidinal gelişim evrelerinden birinde takılı kalma) gibi çok çeşitli nedenlerle söz konusu kaybı kabullenmeyi reddetmektedir. Bedeninin bir ergen gibi görünmesini engellemek için herşeyi yapan anoreksik ergenlerde sıkça buna uygun çocuksu davranışlar gözlemlemek mümkündür. Ebeveynlere aşırı sevgi gösterileri, çocuksu giyim ve ses tonuyla bu tabloda ergen, normal ergenlerdeki yası kabullenmeyi reddederek bir nevi inkar savunması4 göstermektedir.

Mükemmel Kontrol

Anoreksik ergenlerin hastalık öncesi özellikleri arasında çeşitli obsesyonlar, derslerde yüksek başarı ve aşırı düzen ve titizlik gibi unsurların gözlenmesi de bu açıdan anlamlıdır. Bu özelliklerin işaret ettiği katı üstbenlik5 yapılanması, aşırı kontrol ve mükemmeliyetçilikle karakterizedir. Söz konusu özelliklerin iştah üzerindeki yukarıda açıklanan hayret verici kontrolü ve mükemmel beden beklentisini bir noktaya kadar açıkladığını söylemek yanlış olmaz fakat elbette durum bundan çok daha karmaşıktır. Klinik olgularda sıklıkla görülen ve genelleme yapılabilecek unsurlardan biri olan anoreksik bireylerin istila edici ebeveynleri, bu ergenlerdeki kontrol çılgınlığını anlamamız bakımından aydınlatıcı olacaktır.

İstilacı Ebeveyn

Ebeveyn istilasının en sık görülen iki yüzü vardır; bunların ilki ergenin ebeveynleriyle, içerisinde bulunduğu gelişim evresine uygun olmayacak denli fiziksel yakınlık ve füzyon içerisinde bulunmasıdır. Burada birey ergenlikle beraber bedeninin cinselleşmesi ve bilinçaltındaki ödipal karmaşanın gün yüzüne çıkması nedeniyle ihtiyaç duyduğu fiziksel mesafeye sahip olamadığında cinsel dürtülerin baskısı patolojik bir bastırma savunmasına neden olur. Böylece ergen cinselliğini tamamen reddederek çocuk bedenine sıkıca sarılmaya ihtiyaç duyar. Ebeveynleriyle arasındaki belirsiz sınırların yarattığı güvensizliği hayatında ve bedeninde sağladığı kontrolle tolere etmeye çalışır. Bununla beraber büyümek bir bebek gibi sürekli temas halinde olduğu ebeveynlerinden ayrışmak anlamına gelir ve bu tahammül edilemez bir kaygı yaratır.

İkinci istila çeşidi ise aşırı eleştirel ve mükemmellik beklentisine sahip tehditkar ebeveyn pozisyonudur. Birey üzerinde sağladığı kontrol ile nüfuz edici bir yapıya sahip olan bu tür ebeveynlik yine belirsiz benlik sınırlarına neden olarak ruhsal bir tehdit olarak deneyimlenir. Ve elbette durum yukarıdaki gibi kişinin hayatında sağlayamadığı kontrolü bedeninde sağlamak istemesi ile sonuçlanır.

Böylece ergen yaşadığı güvensizlik ve kaygının gücüyle her birimizin fantezilerinde yer alan “keşke hep çocuk kalsam” düşlemlerinin çekiciliğine karşı koyamaz ve çözümü zamana meydan okumaktan bulur.

Yazan: Psk. Rabia Nur Başbay

Açıklamalar

  1.  DSM-5: Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı
  2. Nesne ilişkileri: Melanie Klein’ın kurucusu olduğu bu kurama göre, erken dönem (yaşamın ilk 6 ayında) birincil nesne ile kurulan ilişkiler sonraki ilişkilerde belirleyicidir.
  3. Psikoseksüel Gelişim Evreleri: Freudyen teoriye göre kişilik gelişimi oral, anal, fallik, gizil ve genital olmak üzere 5 evrede gerçekleşir.
  4. Yadsıma/İnkar: İlkel savunma mekanizmalarından biri olup, kişinin (genellikle ölüm, ayrılık gibi) rahatsızlık verici bir gerçeği reddederek olumsuz duygulardan kaçınmasıdır. Psikotik bozukluklarda görülür.
  5. Üstbenlik: Ruhsal aygıtın kural ve değer yargılarından oluşan benliği denetleyici boyutu.
WhatsApp'tan Yaz!
Merhaba 👋

Size nasıl yardımcı olabiliriz?