“Hayat, kendimizi kandırmadan sürdürebildiğimiz fantezilerimizdir.”
— Adam Phillips, On Kissing, Tickling and Being Bored
“Çocuk oyun oynar; çünkü gerçeklik onun henüz taşıyabileceğinden fazladır.”
— Winnicott, Playing and Reality
Bu yazı, ‘bir gün fantezisi’ olarak adlandırdığım özgün bir psikodinamik yapıyı paylaşma ve açıklama çabasıdır..
Bir Gün Büyüyünce…
Bir çocuğun yaşadığı sıkışmalara, çaresizliklere ya da acılara dayanma biçimi, çoğu zaman “bir gün” söylemiyle kurulur. “Bir gün büyüyünce… yapacağım” cümlesi, çocuğun bugünkü yetersizliğine katlanabilmesinin psikolojik zeminidir. Henüz yapamayan, eksik olan, büyüklerine muhtaç olan çocuk, geleceğe bir sahne kurar: O sahnede güç vardır, özgürlük vardır, yeterlilik vardır. Ve çocuk bu sahneye inanarak, bugününü taşımaya çalışır. Bir gün çok güçlü olacaktır, bir gün çok zengin olacak ve ailesini kurtaracaktır, bir gün güçlü olacak ve kimseye muhtaç olmayacaktır. Çocuk ürettiği bu sınırsız yaratıcı fantezileriyle ayakta kalır.
Fantezi nedir ?
Fantezi, bireyin içsel çatışmalarını, bastırılmış arzularını ve doyurulmamış ihtiyaçlarını sembolik bir düzlemde işlediği hayali bir sahnedir. Gerçek dünyanın yasakları ve sınırlamaları karşısında, zihin bir kaçış alanı olarak fantezileri üretir; bu alan, hem koruyucudur hem de arzunun gerçekleşebildiği bir zemindir. Freud’a göre fanteziler, bastırılan dürtülerin doyuma ulaştığı zihinsel senaryolardır; birey bu senaryolarda arzuladığı rolleri oynar, arzu nesnesine ulaşır. Lacan ise fanteziyi, arzunun eksikliği etrafında örülen ve öznenin kimliğini kurmasına aracılık eden yapısal bir çerçeve olarak tanımlar. Böylece fantezi, sadece bir düş kurma biçimi değildir, öznenin kendisini var ettiği, arzularını anlamlandırdığı psikolojik bir alandır. Her iki yaklaşım da fantezinin sadece geçici bir kaçış değil, öznenin kişiliğinin temel yapısı olduğunu ortaya koyar.
“Bir Gün” Hiç Gelmediğinde
Peki ya hep eksik olan, gücü olmayan büyüyünce yapacakları olan çocuk artık büyüdüğünde ve yapabilecek hale geldiğinde ne yapacaktır ? Artık harekete geçme kapasitesi olsa bile, hâlâ “bir gün yapacağım, bir gün gideceğim, bir gün değişeceğim” fantezi alanında kalıyorsa ? Bu yazıda bahsedilecek olan fantezi biçimi bir türlü eyleme geçemeyen yetişkinin takılı kaldığı çocuksu fantezileri üzerinedir.
“Bir gün” fantezisi, kişinin gerçek eylemle karşılaşmamak için bilinçdışı olarak kendini çocukluk pozisyonunda tuttuğu bir savunmadır. “Bir gün” diyen özne, aslında bir sahne kurar: orada, gelecekte, ideal koşullarda, eksiksiz bir kendilik vardır. Ve bugün o kendiliğe ulaşılmadığı sürece, eksikliği meşrulaşır. Hareket etmeyen ama hayal eden biri olarak özne, kendi arzusu karşısında hem güvende hem de kilitli bir haldedir. Çünkü eyleme geçmek, artık fantezinin güvenli alanını terk etmek demektir. Bu yüzden “bir gün” fantezisi, sadece zamanla ilgili değildir. Bir gün yapacağım söyleminin somut olarak işaret ettiği bir gün yoktur. Bu daha çok zamanı askıya almanın, arzuyu bozulmadan tutmanın, gerçekliğin sertliğini ertelemenin bir yoludur.
Gerçekleşen bir arzu, artık fantezi değildir; ve fantezi yitirilirse, özne kendini savunmasız hissedebilir. Bu nedenle bazı kişiler, arzularını gerçekleştirmek yerine sonsuz bir ertelemenin içinde kalır. Çünkü çoğu zaman “bir gün” gelirse, o gün — düşündüğümüz kadar büyük değildir. Ya da biz, hayal ettiğimiz kişi değilizdir.
Fantezi artık sadece bir umut değil, bir kimlik desteğidir. “Bir gün yapacağım” demek, bugünün yetersizliğini fark etmemeyi sağlar. İşte bu çöküş korkusu, fantezinin gerçekleşmesine değil, onu sürdürmemize neden olur. Böylece arzu, hiç gerçekleşmeden yaşanır. Yani özne arzuyu yaşar, ama arzunun nesnesiyle karşılaşmaz. Çünkü karşılaşırsa, sahne bozulur.
Fantezi dağılırsa, özne yalnızca arzularından değil, kimliğinden de bir parçayı yitirmiş gibi hisseder. Kişi fantezi gerçekleştikten sonraki haline yabancıdır. O eksik olan, yapamayan, hayal kuran kendiliğini tanımaktadır. Birey, hayalini gerçekleştirmiş olan benliğe — ve sonrasındaki belirsizliğe — dayanabilecek midir? Çoğu zaman bu sorunun yanıtı belirsizdir ve bu belirsizlik bile fanteziye tutunmak için yeterlidir.
Dolayısıyla “Bir gün” sözü, eğer tekrar tekrar söylendiği halde harekete geçilmiyorsa, bir arzudan çok, bir savunmadır. Ve her savunma gibi, içeride başka bir acıyı örter: belki kaygıyı, belki yetersizlik duygusunu, belki de başarının gerçek ağırlığını.
Büyümek, fanteziyi gerçekleştirmek değil, fanteziden vazgeçmekle ilgilidir.
“Gerçeklik, fantezinin çöküşüdür.”
— Lacan, Seminer VI
Yetişkinliğe geçiş ise, eksikliği tanımakla, yetersizliği taşıyabilmekle, yapamamaya rağmen bir şey yapmaya çalışmakla başlar. Yapamamayı kabul etmek yerine hep yapacak olma hali içinde kalmak, çocukluk çaresizliğinin ruhsal bir maskelenmiş halidir. Eksik olanla birlikte yaşayabilme kapasitesi, psikanalitik anlamda olgunlaşmanın en önemli göstergesidir.
Fantezi gerçekleştirilmek istendiğinde, kişi genellikle bir düş kırıklığına, bir hayal kırıklığına sürüklenir; çünkü dış dünya, fantezinin bütünlüğünü kaldıramayacak kadar kırılgan ve dağınıktır. Ama fanteziden vazgeçildiğinde, yani onun bir geçici sığınak olduğunu kabul edebildiğimizde, ilk kez kendimizle –tüm eksikliğimizle– gerçek bir temas kurabiliriz.
Kısacası, büyümek; fantezinin bize vadettiği “bir gün her şey tamam olacak” yalanından uyanmak ve hayatın hiçbir zaman tamamlanmayacağını kabul edebilmekle mümkündür. Ve belki de asıl özgürlük, bu tamamlanmamışlığın içinde kendi eksikliğimizle brlikte bir yaşam kurabilme cesaretinde yatar.
Fantezi ve Psikoterapi
“Mutlu bir insan fantezi kurmaz; sadece tatmin edilmemiş olan kurar.”
— Sigmund Freud
Çocuksu ruhsallığın en belirgin özelliği, arzunun eyleme değil beklemeye dayanmasıdır. Terapi ise bu bekleme halinin çalışılabileceği ve “bir gün” hayalinden “bugün neyi arzuluyorum?” sorusuna geçişin mümkün olabileceği bir süreçtir. Bu geçiş kolay değildir. Çünkü “bir gün” hayalinin yıkılması, aynı zamanda o ruhsallığın hayatta kalma stratejilerinden birinden vazgeçmek anlamına gelir. Fakat aynı zamanda bu vazgeçiş, kişinin nihayet gerçek bir yaşama, yani kendisine ait bir yaşama doğru ilerlemesinin de ilk adımıdır
Terapi odası işte bu noktada bir eşik alanı haline gelir. Kişi burada, geçmişte işe yaramış ama bugünde artık koruyucu olmayan savunmalarıyla karşılaşır. Ve belki ilk kez şu soruyu sorabilir: “Ben kimin hayatını erteliyorum?” Bu sorunun yankısı, kişiyi “bekleyen özne” olmaktan çıkarıp, arzusu olan bir özneye dönüştürmenin yolunu açabilecektir.
* Bu yazıda ele alınan temanın daha kapsamlı bir teorik çalışması ayrıca yürütülmektedir.
Kaynak
● Freud, S. (1908). Yaratıcı Yazarlar ve Gündüz Düşleri
● Lacan, J. (1964). Seminar XI: Psikanalizin Dört Temel Kavramı
● Yazarın klinik ve kuramsal birikiminden süzülen kişisel değerlendirmeleri