psikanaliz-ve-rastlantisallik

Freud (1913), “yanılmalı edimler” (parapraxes) olarak tanımladığı çeşitli davranışların (dil ve kalem sürçmeleri, unutmalar, nesnelerin kaybedilmesi vb.) “rastlantı”dan ziyade anlamlı, belli bir niyeti olan psişik meseleler olduğunu öne sürmüştür. Psişik bir çatışma sebebiyle direkt olarak ifade edilemeyen, genelde hoşnutsuzluktan kaçınmak amacıyla bastırılmış bir eğilim, bu şekilde dolaylı yoldan ifade edilmiş olur (Freud, 1913).

Bunlar hepimizin günlük hayatta sıkça yaşadığı, önemsiz gördüğü, belki farkına bile varmadığı türden olaylar. Hepsinin bir anlamı olduğunu düşünmek gereksiz, yorucu hatta gülünç görünebilir. Gündelik hayatımızda her birinin üstüne uzun uzun düşünüp arkasındaki olası bilinçdışı anlamı araştırmamız da gerekmiyor zaten. Ancak terapi odasında bilinçdışı ile çalışan terapist için bu tür olaylar gözden kaçırılmaması gereken önemli ipuçları taşıyor.

Psikanalitik yönelimle çalışan bir terapist, terapi sürecinde danışanlar dışarıdan “tesadüf”, “dalgınlık”, “dikkatsizlik” gibi yorumlanabilecek görünürde “önemsiz” çeşitli davranışlar sergilediğinde bunları “anlamsız”, “sadece tesadüf” denerek geçiştirmek yerine bunların üstüne düşünür. Hepsi seansta danışana yorumlanmasa bile terapist bunları anlamlı bilgiler olarak aklının bir köşesine yazar.

Örneğin danışan seansını unuttuğunda bunu o dönem çok yoğun olmasına bağlamaz terapist. Veya danışanın seansa geç kalınca verdiği “Trafik vardı.” cevabı yeterli olmaz onun için. Danışanın seans sırasında hasta veya yorgun olduğu için çağrışım yapmamasının yalnızca bedensel bir nedenden kaynaklandığını düşünmez. Danışanın çok önemli bir konuyu seansın son dakikalarında açmış olması veya anlatmayı planladığı önemli bir olayı seansta konuşmayı unutması, o hafta para çekmeyi unuttuğu için seans ücretini eksik vermesi gibi durumlarda “unuttu, dalgındı, yoğundu, aklından çıktı.” demek yerine bunların o danışan özelinde nasıl bir anlamı olabileceği üzerine düşünür ve yeri geliyorsa yorumunu danışanla paylaşır.

Evet, hepimizin tabi olduğu bir dış gerçeklik var ve her birimiz bundan çeşitli şekillerde etkileniyoruz. Danışanın dış gerçekliğine gözlerimizi tamamen kapatmıyoruz elbette. Ancak bunların terapiye yansıyan taraflarını ruhsallıktan bağımsız bir şekilde ele almak eğer psikanalitik bir çalışma yürütüyorsak en iyi ihtimalle eksik kalacaktır.

Rastlantısallığın olmaması elbette kendi bilinçdışı ile seans odasında bulunan terapist için de geçerli. Terapistin bir danışanla olan seansını unutması veya seansına geç kalması, danışanı dinlerken uykusunun gelmesi, dikkatini ona verememesi gibi çeşitli durumlar onun süpervizyon ve terapi süreçlerinde üstüne düşünmesi ve anlamlandırması gereken noktalar olur. Bunlar terapiste danışanla ilgili kritik ipuçları sağlayabileceği gibi terapistin karşı aktarımı üzerine düşünmesine fırsat sağlar. Böylece karşı aktarımın eyleme dökülmesi ve terapi sürecini baltalaması ihtimali de azalır.

Önemsiz görülebilecek çeşitli davranışların gündelik sebeplerin ötesinde anlamlarını araştırmaya çalışmak bazen terapist veya danışan için yorucu olabilir. Ancak şunu biliyoruz ki, danışanın bilinçdışı bize kendini seans içinde söze dökülebilenden çok daha fazlasıyla gösterir. Bunları yok saymaksa danışana dair önemli malzemelerin terapinin yararına kullanılabilecekken elimizden kaçıp gitmesine yol açabilir. Bu da ne yazık ki terapi sürecini olumsuz etkileyecektir.

Yazan: Uzm. Kl. Psk. İpek Aksoy

Kaynak

Psikanalizin Yararı (Freud, 1913) (YKY Cogito Dergi Sayı 9/Güz 1996: “Yüz Yılın Psikanalizi”)

“The Claims of Psycho-Analysis to Scientific Interest” (Sigmund Freud, 1913)

WhatsApp'tan Yaz!
Merhaba 👋

Size nasıl yardımcı olabiliriz?